Yazar
Yazarımızın
Hikayesi
Otobiyografi
Yazar ile Hasbihal
Âdettendir efendim, öncelikle bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Öyle başlayalım hasbihalimize.
Madem âdet dediniz, o halde ben de âdeten bir cevap vereyim. Ben Yasemin Feyizoğlu. 27 Temmuz 1977 İstanbul doğumluyum. Aslen Trabzonluyum. Üç ağabey, bir erkek kardeşli bir ailenin tek kızıyım.
Nasıl bir eğitim hayatınız oldu efendim?
İlkokuldan sonra İstanbul/Halıcıoğlu’nda bulunan Bademlik Kız Kur’an Kursu’na yazıldım. Orada hem dini hem fennî ilimler aldım. Ortaokul ve liseden dışardan katıldığım imtihanlarla mezun oldum. Sonra iki sene dershane hayatım oldu. Ondan sonra da camiamızın önde gelen hoca hanımlarından Zeynep Usta Hocamız’dan dört sene özel şer’i ilimler dersleri aldım.
Niçin şer’i ilimleri tercih ettiniz?
Şimdi açıkcası buna cevap verebilmek için 26 sene evveline gitmemiz gerekiyor. Üniversitelerde başörtülü öğrencilere maddi manevi eziyet dönemine. O zaman ben dershaneye gidiyordum. Başörtü yasakları gelince üniversiteye hazırlanmayı bıraktım. Kendimi hobilere verdim. Mesela ney kursuna gittim. Ama o olmadı. Aradığım o değildi. Sonra hat kursuna gittim. O da değildi. Resim kursuna gittim. O hiç değildi. İngilizce kursuna gittim. Hayır o da değildi. Ondan sonra hobilerin peşini bıraktım. Müthiş bir ruhi arayış içine girdim. Esasında gençliğin verdiği yüksek halet-i ruhiye ile kendimi tabir-i caizse sanki dünyayı kurtaracak gibi çok güçlü hissediyordum. Ama topu topu 19 yaşındaydım ve ne yapacağımı, hangi yoldan gideceğimi bilemiyordum. Bu bocalamayla kitaplar devirdim. Aradığımın ne olduğunu anlamaya çalıştım. Derken kader beni biraz orada biraz burada dolaştırdıktan sonra, aldı beni Fatih Çarşamba İsmailağa’ya getirdi. Yolum Zeynep Usta Hocamızla kesişti. Onunla beraber tasavvuf ve şer’i ilimlerle tanıştım. Sene 1999 idi. 22 yaşıma gelmiştim. Rahlenin başına geçtim.
Üniversiteye gidemediğiniz için üzüldünüz mü?
Elbette o zaman için üzülmemem mümkün değildi. Psikolog olmak istiyordum. Olamamıştım. Bilhassa annemde büyük sukutuhayal hasıl olmuştu. Hatta aradan 27 sene geçti hala daha söylenir. “Benim karıncayı incitmeyen kızımı okullara almadılar” deyip üzülür. Ama bu üzüntü benim için geçerli değil. Ben şer’i ilimlerle tanıştıktan sonra açıkçası üniversite hayatı aklımın ucundan dahi geçmedi. Bilakis hep “İyi ki Allah’ım, iyi ki Allah’ım” derdim; çünkü şer’i ilimler ve tabi ki bahusus tasavvuf gözümü de gönlümü de taşa taşa doldurmuştu. Hatta hiç unutmam, ilme başlamamdan çok kısa bir süre sonra İstanbul’da 1999 depremi yaşandı. Ev zangır zangır sallanıyordu. Hepimizin öleceğini düşünmüştüm. Pikeyi üstüme çektim. Öylece bekledim. Aklımdan geçen tek şey yine, “Allah’ım iyi ki ilme başlamışım” demek oldu. Ölmedik elhamdülillah ama ölümü talebe olarak karşılamak bana müthiş bir inşirah vermişti. O zaman daha iyi anlamıştım ne kadar doğru bir yerde olduğumu.
Hangi kitapları bitirdiniz?
Şer’i ilimlerde temel sayılan kitapları bitirdim. Arapça’da Emsile, Bina, Maksut, Avamil; Fıkıh’ta Nurulizah, Mülteka; Tefsir’de Celaleyn, İbn-i Kesir; Akait’te Sevadül Azam, Tasavvuf’ta Osmanlıca ve Arapça Mektubat-ı İmam-ı Rabbanî, Kudsiye… vb. Ondan sonra ise kendimi bütünüyle Siyer ilmine hasrettim. 20 senedir Siyer araştırmaları yapıyorum.
Talebelik senelerinizde nasıl hatıralarınız oldu?
Zeynep Usta Hocamız o dönem evinde hafızlık yapıyordu. Öğlene kadar hafızlığını çalışırdı. Sonra ben gelirdim. Benimle ders yapardı. Ders vakitlerinden asla taviz vermezdi. Yeri gelir koca Mektubat kitabımızı alıp dışarda bir kuytu yer bulup ders yapardık. Koca diyorum, çünkü bilen bilir Mektubat kitabının 20 x 30 cm gibi bir boyutu vardır. Büyükçedir. O kitapla yeri gelir bir camiye giderdik. Namazımızı kılıp derse başlardık. Hatıra sordunuz. Bir tanesini anlatayım. Bir gün hocamız belini incitmişti. Fizik tedaviye bizim evin yakınına bir yere geldi. Bana, “Sevâdü’l-A’zam kitabını al, gel. Sıra beklerken ders yaparız” dedi. Bunu hiç unutamam. Kitabımı alıp hemen gitmiştim. Gerçi ortam müsait olmamıştı. Ders yapmamıştık; ama o gün hocamın o iştiyâkı, gayret ve azmi bana ders olarak yetmişti.
Peki, şimdi asıl meselemize gelelim mi? Siyer kitabını yazmaya nasıl başladınız?
Onun şöyle bir hikayesi var. Zeynep Hocamızdan Arapça, Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf, Akaid bilimum tüm dersleri alıyordum; ama o bana tüm bunların yanında ısrarla, “Sen Siyer-i Nebi hocası” olacaksın diyordu. Garipti aslında. O kadar başka dersler varken o hep Siyer-i Nebi diyordu. Aslında hoşuma da gidiyordu. Ben de çok seviyordum çünkü. Hocamız öyle dedikçe başıma gelecekleri bilmeden tebessüm ediyordum. Sonra yıl 2003 oldu. 26 yaşıma geldim. Hocamız bir medrese açtı. O zaman şimdiki gibi her şeyin canlı kanlı renkli resimli anlatıldığı eğlenceli kitaplar yoktu. Hocamız bana, “Çocuklara ilmi sevdirmek için kitapları daha renkli, canlı yapalım” dedi. “Sen bilgisayardan Siyer-i nebi dersini hazırlayabilir misin?” diye sordu. Ben de “Tabii dedim, seve seve!” “Ben hazırlarım, bir hoca arkadaşım da derse girer. Benim hazırladıklarımı çocuklarla tedris ederler” diye düşündüm. Böylece bilgisayarda Siyer-i Nebi çalışmaları yapmaya başladım. Aradan biraz zaman geçti. Hocamız bana, “Hazırlan, Siyer-i Nebi derslerine sen giriyorsun” dedi. Yapı itibarıyla fazla utangaç ve çekingen biriydim. “Ben yapamam” dedim. “Yaparsın” dedi. O gece uyuyamadım. Mideme kramplar girdi. Sonunda, “O zaman siz de benimle derse girerseniz olur” dedim. “Tamam” dedi. Ertesi gün ilk dersime o da benimle beraber girdi. Çocuklara birkaç paragraf ders anlattım. Sonra “Hadi şimdi boyamaya geçelim” deyip hazırladığım resimleri boyattım. O sırada heyecanım yatıştı. Alıştım. Dersin yarısı dolmadan hocamıza, “Peki” dedim. “Ben gerisini halledebilirim”. Sonra derslere tek başıma girdim. Öyle de devam ettim. O günlerin benim 20 sene sürecek bir Siyer-i Nebi yolculuğumun ilk günleri olduğunu nereden bilebilirdim?
Siyer çalışmanızda nasıl bir yol takip ettiniz?
Evleviyetle hemen bir kitapçıya gittik. Dört beş tane siyer kitabı aldık. İlk onlarla başladım. Onları okudum, araştırdım. Sonra çocuklara hitap eder şekilde yazmaya başladım. Böyle böyle iş ilerledi. Aldığım kitaplar bana yetmemeye başladı. Ana yahut yardımcı ne kadar kaynak ve güncel Siyer kitabı varsa zamanla masamda yerini aldı. Böylece gün geçtikçe çalışmam, çocuklar için olmaktan çıktı. Her hadisenin sebebini, gelişmesini ve sonucunu en teferruatlı akademik araştırmalar sonucu kaleme aldım. Öğrendiğim her yeni bilgi benim için hazine değerindeydi. Efendimiz aleyhissâlatü vesselâm’ın buyurduğu üzere, “Bilgi, hikmet mü’minin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır” düsturunca her yeni ve doğru bilgiyi aldım, araştırdım, kendi yazı üslubumla kitaba koydum. Bu tek bir kelime de olsa bana aynı hazzı verdi. Bu konuda hala tatmin olmuş değilim. Halen daha tekrar tekrar araştırmak, yeni bilgiler eklemek, varsa hatalar düzeltmek isterim. Anlayacağınız bunun sonu yok benim için. Olmamalı da zaten.
Eseri diğer siyer kitaplarından ayırıcı birçok bölüm var. Mesela dikkat çeken hususlardan biri âyet-i kerimelere hususi olarak köşe ayrılması. Bunun için neler söylemek istersiniz?
Öncelikle dikkatinizi çektiğini duymanın beni mutlu ettiğini söylemek isterim. Teşekkür ederim. Evet, eserde Siyer mevzularında nazil olan tüm âyet-i kerimelere özel başlıklar açıldı. Sebeb-i nuzüller üzerinde bahusus duruldu. Muhtelif Tefsir kitaplarından istifade edilerek açıklamalar yapıldı. Bu konuya özel alakası olan ilim talebelerinin bundan çok memnun kalacağını düşünüyorum; çünkü Siyer ve Tefsir ilmi birbirinden bağımsız düşünülemez, düşünülmemeli. İkisi de birbirinden besleniyor çünkü.
Yine dikkat çeken hususlardan biri eserin içindeki kutucuklar. Bunlar nedir?
Bunlar iki bin dört yüz sayfaya yakın bir eserin sürükleyici serencamında hadiseleri ve şahsiyetleri okuyucuya unutturmamak için kullanılan bilgi kutucukları. Maksat okuyucunun her sahabîyi ve ismi geçen sair şahsiyetleri her türlü vasıflarıyla her an aklında diri tutmasını sağlamak; çünkü kitabın lezzeti asıl o zaman ortaya çıkıyor. Her sahabîyi tanıyorsunuz. Sayfalar sonra geldiğinde yeniden hatırlıyorsunuz. Geçmiş sayfalarla daha kolay irtibat kuruyorsunuz. Hadiseler arasında sağlıklı bilgi alışverişinde bulunabiliyorsunuz. Bence değerini bilenler için buna bulunmaz bir amme hizmeti diyebiliriz.
Ara ara gelen bazı ilginç kelimeler var. Malumatfuruş, tahammülfersa, ikirciklenme, lalettayin, misli menendi, malihulya, rûberû vb. gibi. Bunları özellikle mi kullandınız?
Evet. Bu konuda özel çalışma yaptım. Oturdum kayıp bir hazineyi arar gibi, günlerce sözlük taradım. Her bir farklı kelime sanki yeni bir dostla tanışmış gibi heyecan verdi bana. Bu kelime bu eserden eksik kalmamalı dedim. Onu ait olduğu yere yerleştirdim. Esasında bu konuda eleştiri almadım değil. “Gençler günlük kelimeleri anlamıyorlar, bunları nasıl anlasınlar?” dendiği oldu. Ama ben hiç öyle düşünmedim. Bilakis gençlerimizin bu kelimeleri çok seveceğine inanıyorum. Hani, aynı şikayetle bir şaire gelmişler. “Gençler kullandığınız kelimeleri anlamıyorlar, o kelimeleri değiştirseniz” demişler. O da “Öğrensin keratalar!” demiş ya. İşte o hesap benimki de. Öğrensin keratalar!
Evet, boya kalemleriyle başladınız. Bugün 2400 sayfa, 4 ciltlik bir eser meydana geldi. Böylesi büyük sorumluluk isteyen bir işe nasıl cesaret ettiniz?
İşte dediğiniz gibi boya kalemleriyle başlamıştım. Yani ibtidada Siyer-i Nebi dersini teşbihte hata olmasın, çocuk havuzunda yüzmek gibi görmüştüm. “Ben burada yüzerim tabii” demiştim. Haklıydım ama. Talebelerimin en küçüğü 9 yaşındaydı. Resimler çizip boyamalar yapıyorduk. Bunu yapmak zor değildi. Ama ne olduysa sonradan oldu. Çocuk havuzu sandığım şeyin meğer deniz derya olduğunu sonradan öğrendim. Bilmiyordum. Her şey bana hiç hissettirmeden merhale merhale büyüdü. Kendini geliştirdi. Kocaman oldu. Seneler sonra baktığımda anlamadan kulaç ata ata o deryanın ortalarına kadar geldiğimi gördüm. Kalakaldım. Ne ileri gitmeye mecalim ne geri dönmeye cesaretim vardı.
Neden korktunuz?
Korktum. Korkmaz olur muyum? Çünkü şöyle bir durum vardı. “İnsan hatasız olmaz ama Siyer ilmi de hata kabul etmez”. Benim de bu iki durum arasında sıkışıp kaldığım çok oldu. Küçük hatalara belki tamam çünkü telafi edilebilirler ama büyük hatalara asla düşmemeliydim. Öyle bir lüksüm yoktu. Tashihlerimi hep bu düşünceyle yaptım. Ana kaynaklara bağımlı kalmak olmazsa olmazım oldu. En büyük hassasiyetim “Ehli sünnet vel’cemaat” çizgisine halel getirecek en ufak bir hataya mahal vermemekti. Yine Efendimiz aleyhissâlatü vesselâm ve güzide sahabîlerimize karşı yanlış anlamaya mahal verecek en ufak bir teferruat beni çok yaralardı. Bu saikle son derece hassas bir çalışma yürüttüm. Hürmetli ifadeler kullanmaya azami gayret gösterdim. Edebe mugayir en ufak bir sözden titizlikle kaçındım; çünkü tüm bunlara bir halel gelirse kale düşerdi. Bu korkuyu halen daha içimden atmış da değilim. Atmamalıyım da zaten; çünkü o korku yolumu aydınlatan bir nur benim için.
Oldukça bir emek verildiği belli.
Esasında bu eser seneler evvel daha az bir emekle de ortaya çıkabilirdi; ama takdir-i ilahi bugünlere kadar gelmesi gerekiyordu. Bakara sûresinin 195. âyet-i kerimesinde Mevla Teâlâ Hazretlerimiz, “Ve ahsinû. İnnallahe yuhibbü’l muhsinîn / Yaptığınızı güzel yapın. Allah güzel yapanları sever” buyurur. Yine bir hadis-i şerifte de Efendimiz Aleyhisselatü vessellem, “Kul bir iş yaptığında Allah kulunun o işi güzel yapmasını sever” buyurmuştur. Ben bu âyet-i kerimenin ve hadis-i şerifin eser üstünde tecelli etmesini çok istedim. Sireta ve sureta en güzeli olsun istedim. “Ya Rabbi, sen hep bize bu dünyanın en güzel nimetlerini layık gördün. Bize de sana en güzeliyle hizmet edebilmeyi ne olursun nasip et” diye çok dua ettim. Bu duayı dilime pelesenk ettim.
Çalışmanızı kaç senede tamamladınız?
Ne zaman mı hitama erdi? Bunun aslında birden fazla cevabı var; çünkü her son konuya yaklaştığımda “Kara göründü” dedim; ama kara, serap çıktı. Ve her seferinde de bu tongaya düştüm. Hep “Tamam, şimdi bitti” dedim. Ama defalarca üstüne kata kata yeniden başladım. Sayısını tahmin edemiyorum. Defaatle başa döndüm. Böyle böyle 20 seneyi buldu. Hatta şimdi bıraksalar yine başa dönerim. Yine eklemeler, çıkartmalar, düzenlemeler yaparım. Ama buna artık bir son vermeliydim değil mi?
Bir eserin basımı için 20 sene çok uzun bir süre değil mi?
Eserin niteliğine ve biraz da niceliğine bağlı. Siyer-i nebi gibi ağır bir ders için çok uzun bir süre değil mesela. Hatta günlerin günleri, saatlerin saatleri kovaladığı bu kadar hızlı geçen bir zaman diliminde az bile sayılır. Bununla beraber 20 sene benim için başlangıçtan itibaren geçen bir süre. İlk başlarda kaplumbağa hızıyla gidiyordum; çünkü ben de öğreniyordum, gelişiyordum. Son 14 senesi çok daha seri, bereketli ve dolu doluydu diyebilirim.
Bu kadar süre çalışmaktan hiç sıkılmadınız mı?
Yook, asla. Hiçbir zaman sıkılmadım elhamdülillah. Böyle bir işten sıkılmaktan Rabb’ime sığınırım. “Hallefe’l-nesle men ellefe / Faydalı) bir eser yazan ardından nesil bırakmış (gibidir)” demişler. O halde sıkılmaktan haya ederim. Bilakis işime aşığım. Benim için binlerce kere şükür sebebidir. Hani bir bilim insanına ne kadar çalıştığı sorulmuş. “Hiç çalışmadım. Bu iş zaten yapmayı sevdiğim bir iş olduğu için hiç çalışıyormuşum, mesaimi veriyormuşum gibi hissetmedim” demiş. Ben de bunu söyleyebilirim. Rabb’im tarafından bu iş bana sevdirildi. Kolaylaştırıldı. Önüme imkanlar serildi kelimeleri adedince şükürler olsun.
Bu eserle neyi başarmak istiyorsunuz?
Manevi cihetten bakarsak, bu eser yayınevimizin de ismi olan “hubb” kelimesinin içini doldursun istiyorum. Biliyorsunuz hubbun bir manası da birilerine bir şeyleri sevdirmek demek. Ben de Rasûlullah aleyhissâlatü vesselâm’ı, sahabî efendilerimizi, dinimizi ve tabii ki davamızı sevdirmek istiyorum. Hatta sevdirmenin ötesinde herkesi onlara aşık ettirmek istiyorum. Eser su gibi aksın gitsin. Okumaya başlayanı alsın o diyarlara götürsün istiyorum. Okuyucu uzaktan okuyor gibi olmasın, doğrudan asr-ı saadete gitsin, içerde bizzat o günleri yaşıyor gibi olsun istiyorum. Kafasındaki her soruya cevap bulsun. Sonra o tarihlerde de kalmasın. Öğrendiklerini günümüze taşıyabilsin. Bir hâdiseyle karşılaştığında o günleri bu günlerle mukayese edebilsin. Tarihin nasıl tekerrür ettiğini görsün. Şaşırsın, hayret etsin istiyorum.
Bundan sonraki hayalleriniz nedir?
En büyük hayalim “Kitaplar en iyi dostlardır” düsturunca bu eserimizin başta gençler olmak üzere her kesimden insana “dost olabilmesi.” “Likâü’l halîl, Şifâü’l alîl / Dost ile buluşmak hastaya şifadır” demişler. Bu eserin de insanların ruhuna şifa olması. Yine bu eserin, “Okudum ve hayatım bir daha eskisi gibi olmadı!” denilen eserlerden olabilmesi. Bunları görmeyi çok isterim. “Bir elma ağacı, elmayı veriyor. Ama onun içine yeni bir elmayı büyütecek çekirdeğini de koyuyor. Eğitim böyle olmalı…” demişler. Ben de her evde, okulda, kurslarda, medreselerde yeni Siyer-i nebi halkalarının oluşmasını çok ama çok arzu ediyorum. Ev hanımlarının kendilerine Siyer ders grupları kurduğu günleri iple çekiyorum. “Biz şu kadar kişiyle başladık, şu kadar senede, şu kadar sayıyla bitirdik” diye mesajlar alacağım günlerin hayalini kuruyorum. Bu beni mutluluğa boğabilir. İnsanların düğünlerde, ev ziyaretlerinde, özel günlerde, kandillerde birbirine süslü ambalajlarda bu eseri hediye ettiklerini düşünüyorum. Düşünüyorum da düşünüyorum. Düşündükçe yüzümde istem dışı bir tebessüm oluşuyor. Çok mutlu oluyorum galiba.
Gerçekten gençlerin böyle bir eseri okuyacağını düşünüyor musunuz?
Elbette. Düşünmez olur muyum hiç? Evet, bazen bana gençlerin dört ciltlik böylesi hacimli bir kitabı okumak istemeyeceği, sıkılacakları söyleniyor. Tek ciltlik bir özet çıkartmam salık veriliyor. Böyle söylenince içime bir üzüntü geliyor. Ama sonra ilmin de bir rızık ve nasip olduğunu düşünüyorum. Rızkında ve nasibinde olanı bu kitap mutlaka bulacaktır. Böyle düşününce üzüntüm geçiyor. Tebessüm ediyorum. Sosyal medyayı takip eden birisiyimdir. İçimden gençlerin bağda bahçede, odasında, köşesinde, sınıfında bu kitabı okurken, çalışırken sosyal medyada durumlar, hikayeler paylaştığını hayal ediyorum, heyecanlanıyorum. O videoları düşündükçe içim kıpır kıpır oluyor.
Hep gençler diyorsunuz.
Gençlerimize aşığım. Hepsini çok seviyorum.
Onlara bir tavsiyeniz var mı peki?
Hepsi birer pırlanta. Yeter ki kıymetleri bilinsin ve yeter ki onlar da kendi kıymetlerini bilsinler. Ben 19 yaşımda kendimi arıyorken büyüklerimizin ve meşayihimizin kabirlerini çok ziyaret ederdim. Oralarda, “Allah’ım beni kullan! Ya Rabbi, sen beni kullan! Beni senin yolunda bu mukaddes davanın hizmetkârlarından bir hizmetçi eyle” diye dua ederdim. Ne yapacağımı bilmiyordum ama bir şeyler yapmak istediğimi çok iyi biliyordum. Rabb’im dualarımı kabul eyledi. Beni bugün böyle bir eserin hizmetçisi eyledi. Sevgili gençlere de ben evleviyetle bunu tavsiye ederim. Rabb’inize, “Rabbim beni kullan” diye dua edin. Bu duaya yapışın. O sizi koyacağı yeri en iyi bilendir. Sonra gençlerimize, “Okuyun, okuyun, okuyun; okutun, okutun, okutun” derim. Dizlerinizi, dirseklerinizi rahlelerde, seccadelerde çürütün derim. Malum çok da ahım şahım bir zamanda yaşamıyoruz… İslamiyet’i yaşamanın kor bir ateşi çıplak elle tutmak gibi zor olduğu bir dönemdeyiz. Tabir-i caizse koca koca dalgalara karşı yüzmek gibi bir şey bizimkisi… Dışarısı iman hırsızı dolu! Bu yüzden müktesebatımız çok kuvvetli olmalı. Gençler. Asla ipi kopmuş tespih taneleri gibi bir yana savrulmayın. İçinde Allah korkusu taşıdığını bildiğiniz kişilerle dostluk kurun. Ahiret kardeşleriniz olsun bol bol. Herkes dünyalık peşindeyken sizin beraber cennet hayalleri kurduğunuz, size hep Allah’ı hatırlatan, Allah’lı konuşan dostluklarınız olsun.
Peki merak edilen bir hususu daha sorup, hasbihalimizi yavaş yavaş sonlandırabiliriz Yasemin Hanım. Hubb Yayınları’nın hikayesi nedir?
Hubb, kendi kurduğumuz çiçeği burnunda yepyeni bir yayınevi. Kendi kitabımızı kendimiz yayımlamak için özel olarak kurduk.
Tek bir kitap için mi?
Evet, neden olmasın?
Neden böyle bir ihtiyaç hissettiniz?
Çünkü her şey kendi kontrolümüz altında olsun istedik. Tabir-i caizse el bebek gül bebek büyüttüğümüz kitabımızı yâd ele teslim etmeye kıyamadık belki de.
Kitabın görseline de önem verilmiş, bu çok belli?
Evet, Zeynep Usta Hocamızın zevki ve tecrübeleri doğrultusında işinin ehli grafiker ve tasarımcı arkadaşlarla yazı çeşidinden, kitap kapağına, kağıdına, ebrusuna, motifine kadar her şeyi kendimiz hazırladık. Sıra okuyucularımızla buluşmaya gelince de her şeyi allayıp pullayıp okuyucumuza kendi ellerimizle takdim etmek istedik. Bu yüzden web sitemizin hazırlanmasında ve sosyal medya platformlarımızda, harika işler çıkartan çok iyi bir ajansla çalıştık, çalışıyoruz.
İyi bir ekip oldunuz anlaşılan?
Kesinlikle. Allah razı olsun çalışma arkadaşlarımızın hepsi bu eserde “Kimin” hayatının anlatıldığına gayet mudrik çok iyi niyetli insanlardı. Eseri öyle bir sahiplendiler ki heyecan ve gayretleri bizimkinden çok farklı değildi. Açık söyleyeyim, seçilmiş olduklarından yana hiç şüphem yok. Bu yüzden eserin tashihlerini yapan hocamızdan, grafikerimize, tasarımcımıza, ajanstaki arkadaşlarımıza her birine ayrı ayrı özel bir teşekkürü borç bilirim. Allah razı olsun hepsinden. Dünya ahiret amel-i salihaları olsun, yüz akları olsun.
Amin. Peki, son olarak bundan sonra sırada neler var Yasemin Hanım?
Allah Teâlâ nasip ederse çok şey var. 20 sene içerisinde Siyer-i nebi ile beraber büyüyüp gelişmiş farklı çalışmalarımız oldu. Nasipte varsa artık onların da inşAllah gün yüzüne çıkma sırası geldi. Ama ne olduklarını söylemeyeyim. Onlar sürpriz olsun. Ama şu anki ilk hedeflerimizden biri, ki bu benden önce Zeynep Usta hocamın en büyük hedefi. O da Siyer-i nebi kitabımızın İngilizce, Arapça gibi dillere çevrilmesi. Bu konuda dini terimlere vakıf, çok iyi bir tercüman arayışındayız şu an.
Peki efendim görüyoruz ki ortada çok büyük bir emek, özveri, gayret ve sebat var. Bu saatten sonra artık bize düşen size ve yol arkadaşlarınıza dua etmektir. Rabb’imiz yolunuzu açık eylesin. Hayırlı hayallerinizi bir bir gerçekleştirsin. Daha nice hizmetlerde bulunabilmeyi sizlere bahşeylesin.
Amin, amin, amin. Bihurmeti seyyidi’l-mürselin / Peygamberlerin Efendisi hürmetine bu duayı kabul eyle Allah’ım! Çok teşekkür ederim.
Biz de size teşekkür ederiz. Her şey umduğunuzdan çok daha güzel olsun.
Amin, teşekkür ederim.
Yasemin Feyizoğlu
Araştırmacı Yazar